ANA SAYFA

  • Doğru Soruyu Sormak

    Yeni bir gitar ya da pedal alacağımız zaman, önce bütçemizi ya da bizi görür görmez etkilemiş bir ekipmanı belirleyip, sonra onu etrafımızdakilere sora sora onaylatma yoluna giriyoruz genelde. Bu soruya maruz kalanlar da kendilerine sunulan seçenekler arasından birini seçiyorlar mecburlarmış gibi. En sık aldığım ve itinayla yanıtlamaktan kaçtığım sorular “abi şu kadar param var ne alayım?” ya da “abi şu markanın şu gitarı nasıl, alınır mı?” E kötü bir şey söylersen alınır tabi, söyleme yazık.

    Her birimiz için doğru yanıta gidebilmenin yegâne yolunun, doğru soruyu sormak olduğunu düşünmekteyim…

    Ben kendim, evet…

    Elde bulunan bir miktar paraya hangi gitarı alayım gibi bir soru bana çok muğlak geliyor. Bi kere hangi elde o para? O el nasıl bir el? Büyük mü, küçük mü? Ne kadar zamandır neler çalıyor ve neler çalmak istiyor? Ben bunları bilmiyorum ve bilmeden bu soruyu yanıtlayamam… Ama garip bir şekilde, karşımızdakiyle konuşurken “beni tanıyor bence” gibi bir his mi oluşuyor bilemiyorum; bir anda tüm soru işaretlerini gideren o yanıtı alacağını umuyor. Umuyoruz daha doğrusu, hepimiz böyleyiz.

    Daha 3 gündür görüp, hoşlandığımız bir insanı, hayatımızdaki tüm boşlukları dolduracakmış gibi idealize edip, iki ay sonra bir daha yüzünü görmek istemeyen ya da binbir emekle kazanıp girdiğimiz okulun yarattığı hayal kırıklığıyla daha fazla yaşayamayıp yarıda bırakan biz değilmişiz gibi; kendimizi tam olarak tanımadan aldığımız gitarlardan da ya mutsuz olup ayrılıyoruz ya da daha kötüsü, o mutsuzluğu tek çaremiz gibi düşünüp içinde kalmaya devam ediyoruz. E peki ne yapalım?

    Doğru soruyu soralım sevgili okurlar. Örneğin sevdiğiniz gitarcıların çoğu Ibanez çalıyorlar. Ama elleriniz küçük olduğundan 43 mm eşik mesafesi size fazla geldi. Zamanla parmaklarınız uzamayacağından ya da gitar küçülmeyeceğinden; hiç bir zaman Vai’nin elinde durduğu gibi durmayacağına emin olup, o gitarla vedalaşmanın düşünülmesi gerekmektedir bence.

    Çok bilgi, çok uyaran var. Ama iç biri esaslı bir tecrübenin yerine geçemiyor maalesef. Etrafımız kitabi bilgiler üzerinden tavsiye saçan insanlar, influencerlarla dolu. En iyisi, gidip deneyebildiğiniz kadar gitar denemek. Ucuzundan pahalısına… Nereden ne çıkacağı belli olmaz. Deneye deneye aslında aradığınız ya da size kendinizi konforlu hissettiren gitarı bulacaksınız bir noktada. O gitarın özelliklerini öğreneceksiniz ve “haa demek ki ben 42mm nut mesafesi olan, çoğu kişinin önerdiğinin aksine dişbudak gövdeli ve HSH gitarlar seviyorum” diyeceksiniz örneğin…

    Biz henüz bir gitardan ne beklememiz gerektiğini bilmeden tavsiyeler alıyor, gördüğümüz gitarları idealize ediyor ve belki de bizi uzun süre mutsuz edecek kararlar alıyoruz. İlk önce ne istediğimizi bilmemiz, ilk önce doğru soruyu sormamız lazım.

    Bu paraya hangi gitar değil, ben bir gitardan ne bekliyorum… Ne beklediğini öğrendikten sonra, “şu şu özelliklerde, şu şu beklentilerime şöyle yanıt verecek bir gitarı şu paraya alabilir miyim sizce?” gibi bir soru sorulabilirse; soranı kesinlikle doğru ya da doğruya en yakın cevaba götüreceği kesin.

    Bir başkasının al dediği şeyi sorgulamadan almayın sevgili okurlar.

    Yarın görüşmek üzere.

  • Müzik Teorisi Bilmeli Miyim?

    Bilmem, bilmeli misiniz? Buna neden ihtiyacınız olduğuna dair bir fikriniz olmalı en başta. İnsan hakkında hiç bilmediği bir şeyin kendine “nasıl” faydalı olabileceğini ön göremez diye düşünüyorum. Tam da bu sebepten, müzik teorisi bilmek birine ne katar, onu anlatacağım size.

    Müzik yapmak, tiyatro oynamak, kitap yazmak, yemek pişirmek, ilişki yaşamak; velhasıl insana dair tüm bu eylemler, sistematik birer eğitimleri yokkenden beri yapılıyor. Yani insanlar müzik teorisi icat olunmadan önce de müzik yapıyorlardı uzun lafın kısası. Peki teori niye o zaman?

    “Niye”, sorumuzunu cevabı. Eğer nedensellik peşinde savruluyorsa bir insan, neyi neden yaptığıyla ilgili bir merak içindeyse; müzik teorisi zaten yapabiliyor olduğu müziği, nasıl yapabildiğini açıklıyor bu nedensel kişilere. Matrix Reloaded’da kâhin Neo’ya şeker uzatıyor ve Neo da ona;

    -Kararımın ne olacağını biliyor musun?

    diyor. Kâhin de;

    -Bilmesem kâhin olmazdım değil mi?

    diye cevap veriyor. Bunun üzerine Neo;

    -Kararımı zaten biliyorsan, nasıl seçim yapabilirim?

    diyor ve kâhin de ona;

    -Çünkü seçimini çoktan yaptın. Bu seçimi neden yaptığını anlamak için buradasın.

    diyor. Ne sahne ama 🙂 Neo’nun aklı gibi benimki de karışıktı ilk izlediğimde. Sonra bu diyaloğun altındaki mesajı kendi işimle görmeye çabaladım ve ulaştığım sonuç şu;

    Müzik, bazılarının doğal bir yetenekle, bazılarınınsa ufak bir iteklemeyle başladığı, insana dair, tarih kadar eski bir “ifade şekli”. Ve bunun bir eğitimi olamaz. Müzik yapan zaten yapıyor. (Aşıklar, ozanlar, tek bir nota bilmeden beste yapanlar, enstrüman çalanlar vs.) Ama birileri hayata müzik yetisi dışında başka bir şeyle daha geliyorlar. Nedensellik arayışı. İşte bu nedensellik merakı tam da şu an içinde olduğumuz medeniyetin baş müsebbibi.

    Birileri kendinden bir önceki bestecinin neyi, nasıl yaptığını merak etmiş. Ve yaptıklarını incelemiş. İçinde bir örüntü bulmuş ve onu taklit etmiş. Böylece ilk armoni kuralları oluşmaya başlamış. Yani Bach’ın, Mozart’ın, Beethoven’in, Dvorak’ın döneminde şu an olduğu gibi bir armoni kuralları silsilesi yoktu. Örneğin; natürel minörün beşinci derecesinden birinci derecesine çözülme hissini yeterince kuvvetli bulmayan besteciler, majör dizini 5. derecesini alıp minöre koydular. Ve birileri de bunu duyup, “aa bu güzel oluyormuş” diyip kendi eserinde kullandı. Neden böyle yaptığını inceleyenler ise bu daha güçlü çözülme etkisini görüp buna “armonik minör” dediler. Yani gökten inmiş bir armoni kitabı yok, müzik yapılıyor, sonra kurallarını anlıyoruz tıpkı Matrix’teki nedensellik gibi.

    Buradan varacağımız nokta şudur. Neyi neden yaptığını merak eden bir “nerd” ya da “geek” iseniz; müzik teorisi size çok şey anlatacak sevgili okurlar. Çünkü siz müzik teorisini alıp zaten yapabiliyor olduğunuz müziği okumak için kullanacaksınız. Ha yok, ben neyi neden yaptığımı merak etmem, yapar geçer sorgulamam diyen biriyseniz eğer; teori sizi çok da heyecanlandırmaz. Yeni şeyler yaptırmaz, yeni hareket alanları yaratmaz. Burada biraz müzisyenlikten çok mizaç giriyor devreye. Nedensellik peşinde değilseniz, neyi neden öğrendiğinizi ve ne işe yarayacağını asla bilmediğiniz bir yolda gider durursunuz. Ki o yol da sizi bir yere götürür mü? Bilmem. Ben nedensellik peşinde koşan ve çoğunlukla savrulan biri olduğumdan o kısmını bilmiyorum. Bundandır ki şarkı çalmaktan çok analiz etmek hoşuma gidiyor, YouTube kanalımda bir ton şarkı analizi var ve olmaya devam edecek. Neden böyle yapmışlar acaba? Bu sorular bitmediği sürece, öğrenme isteği de bitmeyecek.

    Yarın görüşmek üzere.

  • Müzisyen Olmak

    Bundan böyle her sabah yeni bir yazı yazacağım. Umarım hepimiz için keyifle ilerleyen bir süreç olur.

    İlk yazının konusu kapsayıcı bir şey olsun istedim. Müzikle ilgilenenin okuyabileceği, ilgilenmeyenin de merak edebileceği bir konu; müzisyen olmak.

    Genç arkadaşlar bana Instagram üzerinden “abi tek işin müzik mi?”, “müzisyenlikle hayat geçer mi?”, “müzik mi okuyayım?” gibi soruları çok soruyorlar.

    Müzik benim tek işim. Yaparken akışta olabildiğim tek iş. Ama müzisyenlik değil. Bir orkestrada, bir barda ya da otelde çalma işinin müzik yapmakla doğrudan bir bağlantısı yok zira. O yüzden 2007 ile 2022 yılları arasında yaptığım sürekli/yevmiyeli bar müzisyenliği işini artık yapmıyorum. Bahsettiğim zaman diliminde beni o işin içinde tutan diğer dinamikler, işin sürdürülebilir olmadığına dair fikirlerimi bastırdı ama bir noktada bastırılan her şey gibi büyük bir enerjiyle yerinden çıktılar.

    Müzisyen olmak tarihin her döneminde zordu sevgili okurlar. Quadrivium’dan, Platon’dan hatta Pisagor’dan bu yana yaşamda matematiğin bir kolu olarak kendine yer bulan müzik; icra kısmına gelindiğinde kendisine aynı saygın yeri bulamıyordu. Toplumun alt tabakasında yer alan jonglörlük, soytarılık gibi işlerle aynı sınıftaydı müzik icracısı olmak. Yani ülkemizde istek şarkısı çalınmadı diye hakarete uğrayan, vurulan müzisyenin ve büyük toplumsal felaketler olduğunda ilk durdurulan müzik icrasının kaderi, zaten asırlar öncesinden çizilmiş. Tarih tekerrürden ibarettir.

    Ben de bunların tamamını müzisyenlik hayatım boyunca yaşadım. İşler yolunda giderken bir anda “senin hakettiğin para bu” dendi, kendilerini reddettiğim işletmeciler tarafından tehditler aldım, çalıştırılmadım, müzisyen arkadaşlarım kendi işlerine bir zeval gelmesin diye ölü taklidi yaptılar, gittiğim otelde bana “müzisyenler oraya oturamaz, şunu içemez, şurada yemek yer” vs dendi, kıymeti işvereninden ya da tanıdıklarından menkul bir sürü insanın filtresiz ve ütopik düşünceleri, hatta davranışlarına maruz kaldım. Bunları uzun uzun anlatırım bir yayında. Neyse. Bir süre sonra cover çalma işi de beni içten içe tüketti. Artık yaptığım işi değiştirmek, mevcut halimle hor görülmediğim, kıymetsiz hissettirilmediğim ve üreten, kendini gerçekleştiren bir konumda hissedebileceğim bir forma geçmem gerektiğine ikna oldum ve nihayetinde tüm bunlar beni canlı müzik işinden tamamen dışarı itti.

    Müzik yapmanın, müzisyen olmanın bir barda çalmakla doğrudan bir ilişkisi yok ama var zannediyoruz. Bar müziğinde müzisyenin yeri, Cumartesi gecesi 1000 kişiye çalan, pür dikkat izlenen, hayran olunan, narcissus tozları üfleyen bir körüğün ucundaymış gibi görünse de, nerdeyse garsonlarla aynı yerde. Hatta garsonlar biraz daha üstte olabilirler. Bunu sahnedeki herkes biliyor ama öyle değilmiş gibi bir persona oluşturup, bu personaya kendileri de hayranlık besledikleri için; bundan çıkış yok gibi görünüyor onlar için. Bunlar varsayım değil bu arada, yaşanmış gerçeklerin birinci ağızdan aktarımı. Ben de bu roller coster’a bindim uzun bir süre. Kontrolden çıkmadan önce de yavaşladığı bir noktada atladım. İnmek çok mümkün değil, durmuyor çünkü.

    Günün sonunda kendine ait bir değer, bir fark yaratmayan herkes bu bitimsiz hız treninde sonsuza kadar gitmekle cezalandırılmış gibi geliyor bana. İnsanın hayatını sürdürebilmek için tek motivasyonu para ya da parazitlik olmamalı. İnsan, nasıl yaşayacağına dair düşünmeli, bu düşünce seanslarından sağalttığı bilgileri bir yere yazmalı, bakmalı, onun da üzerine düşünmeli. Ben ne yapıyorum, nasıl bir hayat yaşıyorum demeli. Kendine vermeye korktuğu cevaplardan kaçan herkes bu ateşe odun olmaya devam edecekler.

    Yarın görüşmek üzere.

  • YouTube!

    YouTube kanalıma nihayet düzenli olarak içerik üretmeye başladım. Burada müzik, gitar, müzik teknolojileri ve kişisel gelişimle ilgili bazı konulardan bahsettiğim konuşma ve pratik içeren videoların yanı sıra; If I Played This Song adını verdiğim bir seri var. Gitarla oluşturduğum atmosferik altyapılar üzerine, yine gitarla “kendi stilimde” şan melodisi ya da ana temalarını çalıyorum. Yeni video ekledikçe buradan da yayınlayacağım. Bu postta şimdiye kadarki videolar yer alıyor.

    https://www.youtube.com/watch?v=ERHkaEn2skA

    https://www.youtube.com/watch?v=JyCc-v2uRiQ

    https://www.youtube.com/watch?v=dYeyGvdAq0Q